Arabaya bindiğinde saat onu beş geçiyordu. Uzunca bir yol vardı önünde, 10 saat kadar. Akşam 8 gibi varmış olurum diye geçirdi içinden. Arabayı çalıştırdı, gaza bastı ve çıktı yola. Aklına müzik düştü. Radyoyu açtı. Radyoda moda şarkılardan biri çalıyordu. Kapattı hemen. Arabesk müziğe ve popüler kültür ürünü şarkılara tahammül edemiyordu. Kendini farklı hissediyordu. Geçirdi içinden. Nedir bu farklı hissetmeme neden. Egodur ego dedi içinden bir ses. Yan koltukta çantası ağzı açık bir şekilde duruyordu. İçinden fırlamış okuduğu kitap ‘ al beni , oku beni’ diye sesleniyordu sanki. ‘ ah ‘ dedi, yan koltukta kitap okuyarak geçirilen yolculuk günleri…Camını indirdi. Yüzünü yaladı bir rüzgar. Ana yola çıktığında kenarda ağaçlar ve o ağaçların üzerinde nota eşliğinde gibi öten kuşların cıvıltıları çalındı kulağına. Uzun yolu severdi bu yüzden. Ormanlık alanda durup bir çeşmeden soğuk bir su içesi, temiz havayı ciğerlerine doldurası gelirdi. Hayallere dalmak, endişelerinden sıyrılarak bir an olsun nefes almak iyi hissettirdi kendini. Uzunca bir saat araba sürüp yorulduktan sonra hem yemek yemek hem de dinlenmek için bir yerde durmaya karar verdi. Arabayı yavaşlattı. Gördüğü ilk dinlenme tesisine daldı. Bol ağaçlı, plastik sandalyeli, kuş cıvıltıları arasında bir masa bulup konuverdi. Ortalıkta garson falan görünmüyordu. Çantasından sigara paketini çıkardı ve içinden bir tane yaktı. Boğazı yandı. Uzun zamandır korkmadan özgürce sigara içemiyordu. Yasaksız sigara keyfinin tadını çıkardı. O sırada yavaş ve bıkkın adımlarla bir garson yaklaştı uzaktan. Belli ki çok müşterisi olmayan ve müşteriyi veli nimet saymayan bir yerdi. Sevdi bu tavrı. Kimseye minnet etmemek…Kendi halinde, olağan akışta takılmak…Garson elinde bir adisyon olmadan sordu;
-Ne alırsınız?
Tavuk şiş demek geldi aklına.
-Tavuk şiş var mı?
-Var efendim.
-Tamam, yanında da ayran.
Yemeğini yerken minik bir serçe kondu masaya. Ekmeğini serçenin önüne ufaladı korkutmadan. Bir iki tırtıkladı serçe. Uzaktan bir kaç tane daha geldi. Kırıntılardan biraz yiyip gittiler. Hareketleri aceleciydi. Uzaklarda bir türkü çalıyordu, ‘ Darıldım darıldım ben sana canım böyle mi olacaktı?’…Yemeği gelince acele etmeden usulca yedi. Bitirdikten sonra canı kahve istedi. Garson bir daha uğramadı ama. Beklemeden bir sigara daha yaktı. Yanında sert bir kahve hayal ederek. Sigarasını yediği tabağa söndürerek ayağa kalktı. Çakıl taşları üzerinde zorla yürüyerek içeri hesabı ödemeye gitti. Müzik sesi yüksekti içeride. Kasada yaşlı, gözlüklü bir amca oturuyordu. Arkada mutfakta beyaz yemenili bir kadın vardı. Amcaya yaklaşıp;
-Borcum ne kadar?
-125 TL evladım.
Teyzeye doğru kafasını uzatarak ;
-Ellerinize sağlık, çok lezzetliydi. Dedi.
Sıcak ve içten bir tavırla;
-Afiyet olsun yavrum, tekrar gelin, yine bekleriz.
-Sağolun.
-Yolun uzun mu kızım? Diye sordu amca.
-Eh var biraz.
Biraz sohbet ettiler. Uzun zaman olmuştu tanımadığı birileriyle böyle dost sohbetleri etmeyeli diye düşündü.
Arabaya tekrar bindiğinde keyfi yerindeydi. Camını açtı. Dışarıyı kokladı. Yolda Anadolu bozkırı kendini unutturmaya , Ege havası hissedilmeye başlamıştı yavaş yavaş. Güneş iyiden iyiye hissettiriyor, yakmaya başlıyordu. Arabanın hızından dolayı hissettiği rüzgarı karşılarken bir yandan da yoldan geçen arabaları izliyordu. Küçükken uzun yolculuklara çıktıklarında yollarda giden arabaları izlerdi hep. İçindeki insanlar hakkında hayaller kurardı. Arabanın içindekilerin çocuğu var mı? Varsa kaç yaşında? Arkadaşları var mı? Onu seviyorlar mı?…
Vakit bir hayli geçmiş, ikindiye seyrediyordu. İçinden geçtiği ilçelerden ikindi ezanının sesi duyuluyordu. Dua etti içinden. Ne vakit ezan sesi duysa duygulanır hemen duaya koşardı. Bir süre sonra trafik sıklaştı. Kornalar, trafik lambaları, kalabalık…Birden endişesi arttı. Elini çantasına atıp sigara paketine uzandı. Endişelendiğinde sigara yakma özgürlüğünü sevdi. Sigara bir daha boğazını yaktı. İçi kıpır kıpır oldu. Hala içini kıpır kıpır eden bazı şeylerin kırıntısını bulmak bir an olsun umutlandırdı. Pencereden nem ve incir kokusu geliyordu. Yol kenarlarından kasalarla incir satılıyordu. Durup almak istediyse de gideceği yerde bol bol olduğunu anımsayıp vazgeçti. O sırada telefonu çaldı. Arayan annesiydi.
-Alo anne?
-Neredesin kızım.
-Nazilli’deyim anne.
-İyi, az kalmış. Dikkatli ol.
-Tamam anne.
Telefonu kapattıktan sonra radyoyu açtı. Biraz gezindikten sonra TRT kanalı buldu çeken. Türk sanat müziği çalıyordu. ‘ O ağacın altını şimdi anıyor musun?’ Zeki Müren söylüyordu. 14 yaşında Türk sanat müziği korosuna katılmıştı. Kendinden 30-40 yaş büyük insanlarla bu şarkıları söylediği günleri anımsadı. O günlere dönebilmek mi güzeldi yoksa güzel anımsamak mı diye geçirdi içinden.
Vakit akşam olmuş, tahmin ettiği üzere saat 20:00 sularında Didim’e varmıştı. Hava kararmamıştı. Aile evinin olduğu sokağa girdiğinde sokakta çocuklar top oynuyorlardı. heyecanla kendilerini kaptırdıklarından arabanın geldiğini görmediler. Korna çaldı çocuklara mahcubiyetle. Az oynamadı bu sokakta kendi de. Evin önünde boş park alanı vardı. O sırada evin yanan beyaz floresan ışığını gördü. İçi sıkıldı birden . Boşandıktan sonra ilk defa yüz yüze gelecekti anne babasıyla. Ne diyecekler, ne konuşacaklardı acaba? Babası ‘ben her zaman yanındayım’ dese de annesi kızıyordu, biliyordu. ‘ Bir haltı da becer şu dünyada’…
Babası karşıladı kapıda. Annesi elinde mutfak havlusu ile ;
-Hah! Tam zamanında. Yemeği yeni söndürdüm.
Sessizce yemek yediler. Balkonda sigara içerken babası bir an ;
-İyisin ya kızım , önemli olan o …
Hiçbir şey demedi. Gözleri doldu bir an.
Annesi odasını oturma odası yapmıştı. Yine de koltuğa çarşaf sermiş üzerine bir pike atmıştı. Uyumak istediğini söyleyip odasına geçti.
-Tamam sen yat sabah konuşuruz dedi annesi.
Koltuğa uzandı fakat yastığı rahat değildi. Yattığı an tavana baktı. Çatı akmış akan yer sapsarı kesilmişti. Evlendiği sabah gözünü açar açmaz gördüğü beyaz tavana bakıp ne kadar ağlamıştı. Aklına o gün geldi. Bazı hatırları silemeyeceğinden emin fakat bir o kadar da onlarla yaşamaya alışmaya başlasam iyi ederim diye düşündü.
Gözlerini kapatıp pikeyi üzerine çekti. Pencere açıktı. Sokaktan birkaç genç sohbet ederek geçiyorlar, yaşlarının verdiği heyecanla bağırarak şakalaşıyorlardı. Uyumaya bile hali yoktu. Kalktı. Oturdu. O sırada sesler geliyordu. Annesi ile babası yine kavga ediyorlardı. Gözyaşlarını tutamadı daha fazla ve ağlamaya başladı. Bir yandan da düşünüyordu, mutsuz evliliklerin sırrı ne diye…