‘Saçın gözüküyor’ dedi kadın. Öbürü hemen yazmasını topladı, ‘çocuk çekiştiriyor’ dedi. Utandı besbelli. Kafasını onlardan yana çevirmedi Merve. Hemen başını önüne eğdi. Öbürünün utandığını tahmin edip daha da utandırmak istemedi. Ama utanması gerektiği kendisi değildi ki. Gözlükçüydü. Yani bir erkekti. Kadın olan cinsiyetiyle kendisine namahrem olmayan saç telini görünce neden utanmıştı anlamadı. Aslında saçtan utanmadı. Diğer kadının uyarılmasıydı utandığı. O esnada aklında bir şimşek parladı. Neden uyarılmaya bu kadar takmıştı ? Kendisine sordu bunu. Çocukken sürekli hata yapardı ve ablası sürekli uyarırdı onu. Muhtemelen bu idi mevzu. Aslında uyarılması da değil de şefkat gösterilmemesinin müsebbibiydi sanki. Hiç mi dedi. Hiç mi güzel anın yok be kardeşim. Çocukluğuna dair. Hiç mi güzel günün geçmedi? Geçti aslında geçmez olur muydu? Ama bir hatırlayabilse. Mesela kimsede yoktu ve babası yeşil renkte dört tekerlekli bir paten almıştı. Patenin alındığı günü değil de kırıldığı zaman babasının nasıl kızdığını hatırlıyordu. Mesela kıyafet alırdı annesi. Yine alındığı gün değil kirlendiği günü anıyordu. Demek ki olay almakta değildi. Maddi şeylerle elde ettiği maddeler değildi. En çok ne zaman sevinmişti? Zorladı hafızasını.
Bir kış günüydü. Okullar tatil olmuştu. Öyle kar tatili değil sömestr tatiliydi. Yani ertesi gün okul başlayacak telaşı olmadan güzel bir tatil günüydü. Köyde yaşayan anneannesini ziyarete gitmişlerdi. Köyde bütün kuzenleri, teyzesinin kızı, dayısının 3 kızı vardı. Bundan güzel tatil mi olur be dedi içinden. O sabah dedesinin kardeşinin oğlu Abdullah-ki çok yaramaz bir çocuktu- sabahın köründe elinde bisiklet kornası gelmiş, iç odadaki yerde yer yatağında yatan kızların başında kornaya alabildiğince basıyor, kızlar kalkıp ne oluyor yaa isyanları attıkça kahkahalarla gülüyor daha da fazla basıyordu kornaya. Köy yerinde sabah ezanıyla uyanan herkes bu şehirden gelen şımarık kızların uyumasına besbelli gıcık oluyorlarmış gibi herkesin intikamını alıyordu sanki Abdullah. İlahi çocuk. Kızlar zorla da uyanmış olsa da hepsi ayaklanmıştı. Yataklar toplandı güle oynaya. Dayı kızlarından en büyük olan Pınar, hemen televizyona sarılmış , köyün belki de en güzel taraflarından biri olan Kral TV’ nin çekmesi olayına bağlılık yemini etmişçesine kumandaya basıp televizyonu açmıştı. Çıkan ilk şarkı onundu. Sonraki için sıraya girmesi gerekiyordu herkesin. Sırasıyla çıkan şarkıların kimin olacağı için. Hakan Peker’den Karam şarkısı çıkmıştı. Sevinç çığlığı attı Pınar. Gördünüz mü ? dedi sanki kanıtlamak istermiş gibi aşkında kendisinden olduğunu. Tam 2. Sırası yapıyorlardı ki anneanne dışarıdan içeriye elinden mis gibi ekmek kokusuyla girdi. Sıcacıktı köy ekmeği, yeni çıkmıştı tandırdan. Hemen sofraya bıraktı. Hadi çocuklar gelin, ekmek sıcak, tereyağı sürüp yiyin. Abdullah da dahil olmak üzere hepsi yer sofrasına sıkışıp tereyağı , bal ve reçel ekmek yiyerek kahvaltıyı yaptılar. Merve, kardeşi için de ekmeğe tereyağı sürüp eline veriyordu. Yemekten sonra hemen televizyon başına geçtiler. Birkaç şarkı dinledikten sonra sıkıldılar. Herkesten of pof sesleri yükselmeye başlayınca haydi dedi Abdullah. Nereye dedi Merve. Gelin hadi sıkı sıkı giyinin. Dışarıda lapa lapa kar yağmıştı. Toprak beyaza bürünmekle kalmamış neredeyse 1 yarım metre boyunda dizlerine varıyordu insanın. Dayının en küçük kızı sıkı sıkı giydiği montunun eldivenin atkısının altında ‘donuyorum yaaa’ dedi. ‘ Hadi mızmızlanmayın bakayım düşün peşime’. Hiç konuşmadan düştüler Abdullahın peşine. Kimseden çıt çıkmıyordu. Tepeye çıktıkça kar daha fazlalaşıyordu, diz boyunu geçiyordu. Herkes manzaraya büyülenmiş , etrafı izleye izleye gidiyorlardı. Yolda birkaç kez kara elini daldırmış kartopu yapmıştı Merve. Başından aşağı attı sonra bu topları. Kar yağdı üstüne Merve’nin. Tıpkı masallardaki üzerine ışıltı yağan prensesler gibi. O anı hiç unutmayacaktı Merve. Ömründe ne zaman mutlu olsa aynı sahne defalarca geçecekti gözünün önünden. Tepeye, tepedeki çeşmenin başına varınca suyun donmış olduğunu hatta üzerinin karla kaplı olduğunu gördüler. kendisinden beklenildiği . İlk kar topunu Abdullah attı. Sonra alabildiğine başladılar. Merve dayısının büyük kızına, dayısının büyük kızı kardeşine, kardeşi Merve’nin ablasına …Herkes sıra bilmeksizin gözünün görmediği hali ile kar topu atıyorlar ve kahkahalarla gülüyorlardı. Akşama kadar yerlerde yuvarlandılar, kartopu oynadılar, kardan adam yaptılar. Acıkmış oldukları halde dahi umurlarında değildi. Çok eğleniyorlardı. Abdullah iyi ki bu tepeye çıkarmıştı kızları. Delicesine eğleniyorlardı. Üstelik Merve babasının beğendiği eşofmanları giymiş, hiç üşümemişti. Eve döndüğünde annesine ilk onu anlattı. ‘ Anne babamın bu eşofmanları sıcacık tuttu, hiç üşütmedi beni’ Herkes çok mutluydu. Güle oynaya kartopu oynamaya devam ederek tepeden indiler. Karınları çok acıkmıştı. Gerçek bir kurt olduk ‘ dedi Merve. Herkes gülüyordu. Eve geldiklerinde anneannesi sofrayı kurmuş, mis gibi bir tatar böreği olan göbete böreği yapmıştı. Ağıları yana yana , ağızlarını şapırdata şapırdata yediler tavuklu patatesli böreği, ayranları ağızlarından dökülüyordu. ‘ Yavaş azcık 2 dedi anneanne. Hep birlikte hallerine güldü kızlar. Teyze kızı Nilgün, herkesin taklidini yaptı bir bir. Televizyondan sorumlu gibi Pınar karnı doyduktan sonra koşa j-koşa televizyonlu odaya gidip ‘ kızlar hadi 7 numara başlamış’ dedi. Herkes yağlı ellerine aldırmadan odaya koştu. Anneanne ‘hadi gidin izleyin ben toplarım ‘ dedi sessizce ve yavaşça toplamaya başladı sofrayı.
O gece Merve ateşlenmiş , sayıklıyordu ‘atma Abdullah atma’ Bir yandan da kahkahalarla gülüyordu.