Karanlık


Güneş doğuyor, gök aydınlanıyordu. Pembe ve eflatun bulutlar gökte  boylu boyunca uzanmış, miskinlik ediyorlardı. Ay tam tepede, ışığını kısmış, istirahate geçiyordu. Nefes nefese uyandı Suzan. Terlemişti. Zorlu bir kâbustan uyanmış, rüyasını suya anlatmaya banyoya koştu. Çeşmeden akan berrak suya rüyasını anlatmış, akan soğuk suda ellerini, yüzünü iyice bir yıkamıştı. Yüzünü havlu ile bastırarak sildi ki bütün suyu emsin. Yatak odasına ilerledi sonra, kapıdan içeri, içerde uyuyan oğluna ve kocasına baktı. Oda uyku kokuyordu. Nefeslerini vere vere havasız bırakmışlardı odayı. İkisinin de üstü açıktı. Yorganı çekip üstlerini güzelce örttü. Oğlan kıpırdadı biraz. Suzan, eli göğsünde üstlerine doğru bir ‘’Felak’’ duası üfledi.

-Kul e’ûzü bi-Rabbi’l-felak…

Rüyasında kocasının öldüğünü görmüştü. Etkisinden çıkamadı. Geri uyuyamadı. Başucundaki kitabı alıp terasa çıktı. Salıncağa oturup gökyüzünü, güneşin doğuşunu seyretti. Yükselmişti Güneş. Evin karşısındaki hastane binasının camlarına yansıyan ışıkları ateş gibiydi. Kitabını, gece bıraktığı yerden devam ederek okumaya koyuldu. Kaybolan emekli bir ilkokul öğretmenini anlatıyordu kitap. Geriye 50 sayfası kalmıştı. Bitirmek için acele etmedi. Güneş daha da yükseldiğinde oğluyla kocasını uyandırmak için kalktı salıncaktan, içeri girdi.

-Haydi kalkın bakalım tembeller…

-Yaa anne yaa… dedi Aras.

-10 dakika daha. dedi Vedat.

-Hadi hadi. Sonra geç kaldık diye kahvaltı yapmıyorsunuz. Kahvaltısız olmaz. Biliyorsunuz en önemli öğ…

-Anne tamam tamam!

Mutfakta ocakta yumurta kaynıyor, tezgahta suyu sıkılmış portakal kabukları oraya buraya saçılıyor, salatalık kabukları lavaboda yüzüyordu. Suzan blendırın plastik şişesine 1 bardak yağsız süt, 3 adet kayısı , 2 kaşık yulaf, 1 kaşık keten tohumu ve biraz da tarçın koyarak şişeyi hazneye yerleştirdi. Makinenin düğmesine basar basmaz makine yüksek sesle çalışmaya baladı. Şişedekiler iyice karıştıktan sonra raftan büyükçe bir bardak alıp içine boşalttı. Bardağın üzerinde ‘’ Drink water Be Healty ‘’ yazıyordu. Aras ve babası kahvaltı masasında şakalaşıyorlardı.

-Kaytarıyorsunuz ama acele edin azıcık diye kızdı Suzan masadakilere.

-Bu yumurtanın sarısı nerede? Dedi Vedat.

-Bu yaştan sonra sarısını yememelisin canım.

Radyoyu açtı Suzan. Zeki Müren söylüyordu

‘’Devası yok garip gönlüm günden güne eriyor

Feryadıma efgaanıma kimse bir ses vermiyor!’’…

-Annnne! Sabah sabah yaa!

-Ay ne var ayol. Ruhunuzu da doyurayım dedim. Hiç zevk almıyorsunuz şu hayattan, havsalam almıyor vallahi.

Oğlanla babası birbirlerine bakarak kahkaha attılar. Bozuldu Suzan. Birden akıllarına gelmiş olacak ki Vedat telefonuna, Aras ise tabletine uzandı. Kısa bir süre esir düştüler. Suzan uyarmasa biri işine biri okuluna geç kalacaktı.7

Vedat’ı işe, Aras’ı okula bıraktıktan sonra direksiyonu spor salonuna çevirdi Suzan.  Geç kalmıştı. Trafik olmazsa yetişirim diyordu. Pilates dersinin başlamasına 5 dakika kalmıştı. Biraz daha erken çıksalar ne olur sanki diye hayıflandı kocası ile oğluna. Gördüğü rüyayı hatırlayarak kızgınlığını kovmayı başardı. Ayrılırken sarılmadığına dert yandı. Rüyasında o kadar üzülmüştü ki aklına geldikçe gerçekten yaşamış gibi hüzünleniyordu. Etkisinden hala çıkamamıştı. Pilates dersine yetişip sınıfına girdiğinde ders başlamıştı bile. Eda hoca yüksek sesle gruba sesleniyordu;

-Deriiiin bir nefes alıp geriye doğru esniyoruz. Haydi hanımlar…

                                            ***

Kilidi çevirerek kapıyı açar açmaz banyoya koştu Suzan. Çeşmeyi açıp küveti doldurdu. Avm ‘den satın aldığı köpüren kokulu sabunlardan attı bir tane küvetin içine. ‘Hakkettim bunu ‘ diyerek girdi küvetin içine soyunarak. Yüzüğü düşmesin diye çıkarıp kenara koydu. Sonra vazgeçip geri taktı.  Yüzüğü çıkarmak evliliğine kötü şans getirirse diye kulak memesini çekip boşluğa öpücük attı. Yüzük kaybolursa Vedat da kaybolacaktı sanki. Banyodan çıkıp üzerini giyindikten sonra başında sarılı havlusu ile oturma odasına girdi. Balığa 2 parça yem verdikten sonra mutfakta çeşmeden doldurduğu büyükçe bir sürahi ile oturma odasında bulunan çiçeklerini sulamaya başladı. Sırasıyla yapraklarını silerek ve onlarla konuşarak suluyordu çiçekleri. Hepsinin halini hatırını sordu, kendi hallerini anlattı. İçine büyükçe bir huzur gelip yerleşti. ‘’Ah canlarım benim.’’ ‘’ Bana bir şey olsa kim bakacak size…’’

Kocaman yaprakları ile tavana ulaşmış monstera ihtişamıyla göğsünü gere gere gövde gösterisinde bulunuyordu. Köşede areka ve sansveria nazlı nazlı duruyor, yanlarında duran küçük difenbachia uslu uslu oturuyordu. Televizyonun hemen yanında biri 150 cm; diğeri 90 cm 2 adet peygamber kılıcı ise sessiz sessiz süzülüyorlardı. Kitaplıktan süzülen telgarf çiçeği ve sarmaşık sularını içince nasıl da ferahlayıp mis gibi kokuttular odayı. Hepsine bakıp iç geçirdi Suzan. ‘Evlatlarım gibi ‘ dedi…

Kendine güzel bir salata yapıp film izlemeye karar verdi Suzan. Köylü pazarından aldığı Ayaş domatesini koklaya koklaya kesti. Salatalıklar kütür kütürdü. Biraz zeytinyağı, limon, tuz , kekik, biraz chia tohumu, renk versin diye reyhan otu…Kocaman kasesini alıp bilgisayarın başına geçti. Ekranda ‘’Kiyarüstemi’’ filmlerinden birini seçti. Bu yönetmeniz izlediği 3. Filmiydi Suzan’ın.

Öğleye doğru oğlu ve kocasını sahil ettiği Whatsupp grubuna şunları yazdı;

‘’@Aras, öğle yemeğini mutlaka bitiriyorsun. İkindi de çantandaki cevizleri yemeyi unutma.

@Vedat, öğlene mümkünse sebze ye. Kalp ve damar sağlığın için etten biraz uzak dur lütfen. O pis, çamur gibi kahvelerden içme. Bol Bol su iç.

Kendinize dikkat edin, size bir şey olursa ne yaparım ben!! ÖpüldünüzJ ‘’

Aklına gelen tüm kötü düşünceleri dağıttı Suzan. Gördüğü rüyanın kötü ruhunu; güzel bir abdest alıp başörtüsünü giyerek evin her yerine dua okuyarak kovdu. 2 rekat da namaz kıldı. ‘’ İyi oldu, ferahladım’’ dedi. Dışarıdan, sokaktan ‘’ Domates! ‘’ diye bağıran bir satıcı geçiyordu. Komşulardan biri seslendi satıcıya;

-E hep ezilmişleri koymuşsun!

Radyoyu açtı, Tarkan söylüyordu. Bir yandan pirinç kavuruyor bir yandan dans ediyordu şarkıya eşlik ederek. Sabah başlayan içindeki kötü duygular ve iç sıkıntısı yok olmuş , içi sevinç dolmuştu. Huzurluydu Suzan. Pencereden dışarı bakıp Şükretti içinden. Gökte bulutlar arasından Güneş ışığı sızıyordu. Bulutlar pamuk gibi kabarmış, şekilleri birbirinden değişik şekillere benziyordu. ‘’ İyi ki gökyüzü var ‘’ dedi.

Akşamüzeri Aras’ı okuldan, Vedat’ı işten almak üzere direksiyonun başına geçti. Yanına büyükçe bir şişe maydonoz ve limon ekleyerek detoks yaptığı suyu aldı. Önce fırına uğrayıp taze ve sıcak ekmek aldı 2 tane. Sıcaklığı poşeti nemlendirmişti. Kokusuna dayanamasa da yemedi. Uzun zamandır beyaz ekmek yemiyordu.

Okula vardığında her yer hınca hınç doluydu. Park edecek hiçbir yer yoktu. Radyoda spiker anlatıyordu ‘’ Kitap okuyan insanlarda Alzheimer hastalığı %30 daha az görülmektedir.’’

-Hehehe. O kadar kitabı boşuna okumuyorum Vedat Bey. 

Gözlerini devirdi Vedat.

-Yok işte park yeri arama artık, karşıya park et.

Anayolun karşısına park etti Suzan.

-Acele et , çocuk beklemesin.

-Tamam tamam dedi kapıyı kapatıp yola fırlarken.

Karşıdan neredeyse 90 km hızla gelen siyah bir POLO, acı bir frenle tam da ayaklarının dibinde durdu Suzan’ın. Uzun siyah trençkotu havalandı rüzgarından. Tüm sesler kesildi o anda, tüm dünya durdu sanki. Çatıdan kuşlar havalandı sürüyle… Başkalarının ölümünden bu kadar korkan Suzan’ın kendi ölümü hiç aklına gelmemişti bugüne dek…