İlk günahım neydi bilmiyorum. Ama çocukken işlediğim bir günah var, onu hatırlıyorum. Sonrasında işlediğim tüm günahların böyle masum olmasını ne çok dilerdim…
Çocuktum o zamanlar. Ortaokuldaydım. Anadolu’nun bozkırında küçük bir ilçede kendine göre idare edilebilen, merkez illere yakın, diğer ilçelere nazaran büyükçe bir yerdi yaşadığımız yer. Annem ev hanımı, babam bankacıydı. Havalı bir ablanın , zeki bir erkek kardeşin arasında her bakımdan orta halli ,kendi kendine yaşayan bir kızdım. Cimcime derdi halamın kocası. Nasıl olduğuna pek akıl erdiremediğim bir başarı ile ülkenin İngilizce eğitimden geri kalınmasın diye kurduğu bir eğitim sisteminin okullarından ilçemize ait olanının sınavını kazanmıştım. Sanki sadece zengin çocuklarının başarılı olabileceğini düşünüyordum bu yüzden bir hayli gözümde büyüttüğüm bu okulda okumak beni bambaşka bir dünyaya sürüklemişti. Ama gözümde büyütmekte haklıydım. Benden yaşça bir hayli büyüklerin de okuduğu bir okuldu ve o yaşça büyükler gitar çalıp İngilizce şarkılar söylüyorlardı. Kızlar basketbol oynuyor veya kantinde tuvalleri önünde resim yapıyorlardı. Teneffüslerde büyük heyecanlarla voleybol müsabakaları yapıyorlar veya bir köşede kızlar ve erkekler sohbet edip kahkaha atıyorlardı. Okulun en yakışıklı ve cool beden öğretmeni etrafında lisedeki o güzel kızların şen kahkahalı sohbetlerini ise unutamam. Biz yeni başlayanlar , ilkokuldan yeni çıkmış ördek yavruları hep bir arada ve şaşkın şaşkın geziyorduk. Öğretmenler en çok bizleri seviyorlardı. Küçücüktük, o ipe sapa gelmez cool gençler arasında kontrol edilebilen bizlerdik. Yepyeni bir sayfa gibiydik. Bu büyülü ortam, bu şefkat dolu kollar; kendimi cennette hissediyordum. Ailelerimizde çok mutluydu. Birincisi büyük bir başarı yakalamıştık. İkincisi çağdaş, aydın ve kaliteli bir eğitim alıyorduk. Hepimiz çalışkan ve akıllı olduğumuzdan birbirimizle pek ala arkadaş olabilir ve istediğimiz kadar görüşebilirdik. Hatta birbirimizde yatıya kalmaya dahi izin alabiliyorduk. Üstelik büyüyorduk. Okulun ortamına alışmak, büyüsüne kapılmak hoş oldu olmasına ama bir yandan da kendi hayatlarımızın gerçekleri vardı. Aile içerisinde kimse benim aldığım iyi eğitimle veya İngilizce dili ile ilgilenmiyordu. Tatillerde köye gittiğimiz zaman benim walkman imle İngilizce şarkı dinlememle alay ediyorlardı. Kuzenlerime voleybol öğretmek ve beraber voleybol oynamak istiyordum ama onlar çeşmeden akan suyun toplandığı olukta dalma yarışı yapmayı tercih ediyorlardı veya tepelerde çiçek toplamayı. Öğretmenlerimizin verdiği kitapları okumak için köşeye çekildiğimde son ses Kral TV açarak klip tutma oynuyorlardı.
İkinci sene biraz daha büyümüştük ,okula alışmış hatta ortama ayak uydurmaya bile başlamıştık. Sıkı sıkı bağladığımız kravatlar yavaş yavaş gevşemeye ; hırkalar , süveterler çıkmaya başlamıştı. O sene sınıfımıza dünya güzeli bir kız geldi. Adı SEZEN. Babası annesine aşık olduğu zamanlar sürekli Sezen Aksu dinlermiş, babası koymuş adını. Hem çok güzel, hem annesinin babasının biricik tek kızları. Bal rengi gözleri, kumral uzun saçları vardı. Boyu upuzun vücudu oldukça düzgündü. Rengarenk defter ve kalemleri vardı. Annesi öğretmen babası askerdi. Babasının tayini ilçemize çıkmıştı. Bizim gibi değildi, gelir gelmez okula ayak uydurmuştu. Bir teneffüs voleybol oynuyorsa diğer teneffüs basketbol oynuyordu. Annesi de İngilizce öğretmeni olduğundan su gibi İngilizce konuşuyordu. Beş parmağında on marifet. Hem güzelliği, hem cana yakınlığı hem de maharetleri ile hepimizin gönlüne taht kurmuştu. Sanki ona tapıyorduk. Bol harçlığı olduğu için her teneffüs kantine inip bisküvi alıyor bizimle de paylaşıyordu. Eli de açık yani.. Bi hayli samimi olduk haliyle. Aşklarımız, üzüntülerimiz, ailelilerimiz; büyümeye hevesli yeniyetme kızların ne derdi varsa paylaşıyoruz işte. Sosyal imkanlar açısından pek de eşit değiliz ama hiç hissettirmiyor Sezen. Hatta kantinden aldığı bisküvileri zorla elimize tutuşturuyor , kalemlerinden beğendiklerimizi hediye ediyor , ara sıra sahip olduklarımızı beğenerek bizi zevkimizden dolayı onure ediyordu. Askeri bölgenin sosyal imkanlarının bulunduğu ‘Gazino’ da bizi sürekli misafir ediyor, bize pasta ,hamburger vs. ısmarlıyordu. İlçemizde sadece Cumartesi-Pazar günleri ailelere açık mesire alanları hafta içi serseri ve lümpen delikanlıların uğrak yeri olduğundan yaşıtlarımız yeşilliğe hasret iken biz gazinoda bol bol yeşil çimler arasında serin gölgeli ağaçlar altında keyif çatıyor, su anlayışımız köydeki küçük gölden ibaret iken biz gazinodaki havuzda eğleniyorduk. Voleybol ve basketbol sahalarını sık sık kullanabilmemiz de cabası oluyordu. İlçede bu imkanlar zenginlere dahi yoktu.
Sezen’le geçirdiğimiz günler çok güzeldi ama günahım yüzünden asla eskisi gibi olamadım utancımdan. Sonra tayinleri çıktı ve gittiler zaten. Şimdi tatlı mı tatlı kız çocuğu ve iyi eğitimli kocasıyla mutlu bir hayat yaşadığına eminim.
Güzel ve güneşli bir şubatın cumartesi günüydü. Hafta sonu tatillerinde özellikle hava güneşli ve güzelken beraber vakit geçirmek âdetimiz olmuştu. Kızlar toplanıp Gazinoda takılırdık. O hafta sonu da basketbol oynamak için sözleştik. Sezen’in babası güzel bir basket topu almıştı ilden. Leyla , Ayşegül, Sezen ve ben. O yaşta sahip olduğum kısıtlı kıyafet stoğumdan pantolon ve eşofmanım kirli olduğundan ablamın dolabından siyah, markalı eşofman altını çaldım ve gizlice evden çıktım. Hızlı ve gizlice evden çıkınca harçlık istemeye vaktim olmamıştı. Cüzdanımda hafta içinden artırdığım ve biriktirdiğim param vardı. Birikince walkman alacaktım. Oldukça uzun zamandır birikim yapıyordum ve sabrım azalmaya başlamıştı. Ailesi alan arkadaşlarım sıkılmıştı bile ki ben hala alamamıştım. Olabildiğince harçlıklarımı harcamamaya çalışıyor çoğu zaman okuldan eve aç dönüyordum.
Sokaktan köşeyi döner dönmez Leyla’yı yakaladım. Sezen ve Ayşegül 2 sokak ötede bizi bekliyorlardı. Buluşma yerine vardığımızda karşı kaldırımda bulunan kızlar bize uzaktan el sallayıp kollarıyla dönerci dükkanını işaret ediyorlardı. Yoldan koşarak karşıya geçip arkalarından dükkana girdik. Sezen ‘ Çok güzel kokuyor, dayanamadım, yiyelim mi ?’ deyince kızlar okey dediler. En arkada ben ‘istemiyorum ‘deyince hepsi birden dönüp niye diye sordular. Yeni yedim, çıkmadan yedim gibi şeyler zırvaladım. Sezen ısrarla alsana sen de ne olur falan diyordu. Aç hissetmiyordum kendimi ama koku da cezbetmiyor değildi. Ama hırs yapmıştım, para harcamayacaktım. Güç bela çıktığımız dönerciden garnizona kadar yürüdük, bir yandan döner yiyorlar bir yandan gülüşerek sohbet ediyorduk. Rahat rahat yesinler diye topu ben taşıyordum. Ara sıra yere çarparak saydırıyordum.
Basketbol sahasına geldiğimizde saha çok kalabalıktı. Sezen çok heyecanlandı çünkü platonik aşkı Alperen arkadaşlarıyla maç yapıyordu. Allah’ı var yakışıklı çocuktu, çok yakışırlardı. Saha dolu olunca tribüne geçtik. Başladık tezahürata. Sezen heyecandan çantasını üzerine de bitiremediği sonu kalan kağıda sarılı dönerini atmış, çılgınlar gibi bağırıyordu. Alperen onu farkedip de el sallayınca her şeyi unuttu tabi. Başlarda ben de biraz zıplayıp alkışladım ama burnuma gelen dönerin kokusu acıktırmıştı beni bir kere. Karnım guruldayıp duruyordu. Kızlar duyacak diye aklım çıkıyordu. Keşke yanıma bisküvi alsaydım diye hayıflanırken tuvalete giremeden bile kaçtığım aklıma geldi. Bir yandan döner bir yandan sıkıştıran tuvalet ayakta tutmadı beni. Oturdum tribüne. Kızlar canhıraş tezahürat yapıyor ve çok eğleniyorlardı. Birkaç saniye etrafıma bakındıktan sonra tuvalete gitmeye karar verdim ama yanımdaki koltukta ağzı açık çantanın üstündeki döner sanki bana göz kırpıyordu. Kaç saniye bakıştığımızı hatırlamıyorum ama sonunda dayanamadım eşofmanın cebine sıkıştırıverdim. İçimde inanılmaz bir heyecan vardı. Yaptığımın yanlış bir şey olduğunun farkındaydım elbet ,kızlar görürse rezil olurum diyordum ama içimde beni durduramayan bir şey bütün bunları yapıyordu sanki. En sonunda tüm cesaretimi toplayarak yerimden hızlıca kalktım. Tribünün basamaklarından hızla aşağı inerken merdivenlerin başında aşağıda hiç beklemediğim biri beni bekliyordu. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Bekleyen kişi ablamdı. Beni saçlarımdan tuttuğu gibi tuvalete sürüklüyor ve o kalabalığın arasından bile duyabileceğim küfürler ediyordu. Yanında arkadaşları da vardı. Herkese rezil olduğumdan yüzümü kapatmakla uğraşıyordum. Döner aklımdan uçup gitmişti. Canım yanıyor, rezil oluyordum. Sonunda tuvalete geldik, beni içeriye itekledikten sonra çantasından benim kirli eşofmanımı suratıma fırlattı. Yerde oturduğumdan kendi eşofmanını çekti aldı. Beni baya hırpaladıktan sonra elini eşofmanın cebine attığı gibi çığlığı bastı. Döner bulunca ‘ Allah belanı versin ‘ diye çığlıklar atarak gözümün önünde döneri çöpe attı. Okkalı tehditlerle eşofmanı çantasına yerleştirip hızla tuvaletten çıktı. Yerdeydim, altım çıplaktı ve döneri çöpte görebiliyordum. Yine bana bakıyordu. Altımı giyinip elimi yüzümü yıkadım ama kendimi zor tutuyordum. Sonunda kapıdan çıkar çıkmaz daha fazla dayanamadım ve çimenlere oturup hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Beni tanıyanlardan veya kızların yanında görenlerden birisi haber vermiş olmalı ki kısa sürede kızlar koşa koşa yanıma geldiler. Halime acıdıkları bakışlarından belliydi. Yarım yamalak anlattım kızlara eşofman hikayesini. Dönerden bahsedemiyorum ama aklıma geldikçe daha çok ağlıyordum. Kızlar ise ablama kızıyor, sırtımı sıvazlıyorlardı. Hepimiz yerde çimenler oturup kalakalmıştık. Meğer Alperen basket atınca tribünlere kalp yapmış, Sezen kendine sanmış fakat hemen arkasında bulunan ,ilçenin kolejine giden sarışın Aslı’ ya göndermiş ve herkes aralarında bir şey olduğunu biliyormuş. Saf Sezenim bundan habersiz platonik aşık olmuş. Bilseydim aşık olur muyum hiç diyordu. Sezen birden ayağa kalktı, madem moralimiz bozuldu hadi pastaneye gidip pasta yiyelim demez mi! Hemen kalktım ayağa ‘önce giden kazanır’ dedim ve başladım var gücümle koşmaya. Günahımı unutmak için var gücümle koşup var gücümle kahkaha atıyordum…