Aile


Aile

Otobüsten indiğimde kimsenin beni almaya gelmemesine şaşırmamıştım. Şaşırmamıştım ama üzülmüştüm. Sonuçta bavulum çok ağırdı ve yaklaşık 3 aydır evden uzaktaydım. Özlenmiş olmalıydım tabi bir de. Bavulumu sürükleye sürükleye dolmuş durağına ulaştım. Genç bir kız için hiç de ideal olmayan bir saatte hiç de ideal olmayan bir ortamda olmadığımı hissettiren bakışlar altında umurumda olmadan evin güzergâhına uygun bir dolmuşa attım kendimi. İsyankar tavrım farkedilmiş olacak ki, şoför dikiz aynasından ters ters baktı bir kaç kez. Bavulumun yerine yolcu hesabıydı tiribi belki. Sonunda bavulumda ben de yerleştik. Yerime oturduğumda tüm bunlara maruz kaldığım için bir kez daha nefret ettim babamdan. Ağlayasım geldi. Ama şoföre inat ağlamadım. Arnavut kaldırımları kanırtarak çektiğim bavulla evin bulunduğu sokağa girdiğimde iyiden iyiye akşam olmuştu. 3 katlı apartmanın loş ışığında tüm sakinleri haberdar ettiğim bavulun tekerlerinin sesiyle yuvarlak zile başparmağımı bastırdım. Anahtarım yoktu. Olsa bile arayacak çantamda halim de yoktu. Kapıyı kardeşim Sadullah açtı. Bilgisayarda oynadığı oyunu yarıda kesip yerinden fırlayarak kapıyı açmaya geldiği belliydi. Muhtemel aynı hızla yerine dönüp lambasını yakmadığı odada sanal savaşa devam etti. Hem de hiçbir şey demeden. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri daldım. Ayakkabılarımızı kapının önünde çıkarmazsak annem çok kızıyordu. Akşam akşam ve yeni gelmişken laf işitmek işime gelmedi. İçeri girdiğimde soba gürül gürül yanıyordu. Annem salonda 3’lü koltuğa uzanmış uyuyordu. Genelde akşamüzeri güzellik uykusuna dalar, akşam ezanından önce kalkmazdı. Güzellik uykusuna denk gelmişti eve geliş saatim. Uykulu, şiş ve kızarmış, yer yer yastığın izi çıkmış suratıyla dönüp -Geldin mi Nesibe? Dedi. Boynuma sıkıca doladığım kaşkolü çıkarmaya çalışırken ‘‘Geldim geldim‘‘ dedim. Yatmaya devam etti. Kalkmasını bekledim mi bilmiyorum çünkü uyku ne kadar mühimdi biliyorum. Karnım acıkmıştı. Mutfağa girdim. Ekmek kırıntıları, kirli tabaklar, masaya sıçrayan yemek artıkları ve beklemekten iyice sulanmış salata masada öylece duruyordu. Anlaşılan akşam yemeği erken yenmişti. Beklenmediğime üzüldüm. Üzüldüm ama ağlamadım.

Koridorun sonundaki oda ablamın odasıydı. Kapısı açıldı. İçeriden müzik sesi geliyordu. Kapı açılınca müzik sesi koridora doldu. Ablam içeriden çıkıp mutfağa geldi, sigara kokan nefesini bana doğru savurarak yüzüme bile bakmadan ‘’Geldin mi kız?’’ dedi. Cevabını beklemeden buzdolabından bir parça peynir attı ağzına, odasına geri döndü. Geldim dedim arkasından sesimi yükseltmeden. Bekleniyordum da demek ki. Masadaki kurumaya yüz tutmuş ekmeğin içini, salatanın suyuna bandırıp açlığımı yatıştırdım. İştahım değil ama yemeğe arzum kesilmişti. Mutfakta öylece kalakalmıştım. Yemek yesem olmuyor yemesem olmuyor gibiydi. Sonunda yapacak bir şey bulup mutfaktan kurtuldum. Bavulumun ön cebine sıkıştırdığım şarj aletini ve kitabımı alıp televizyonun tam karşısındaki koltuğa oturdum. Kitap okumaya karar vermiştim. Gelirken otobüste yanımda oturan teyze, elimdeki kitabı görünce ‘’ne okuyorsun yavrum ‘’ dedi. Heveslenmiştim bir an, okuyan bir teyze demek ki, sohbeti güzel olur diye. Sait Faik okuyorum teyze dedim. ‘’ Safiye Faik mi? Hiç sevmiyom ben onları. Çıkınca kapatıyorum hemen televizyonu.’’ Döndü götünü sonra, yolculuk boyunca bir daha da hiç konuşmadı.

Kitabı biraz okuyup biraz karıştırdıktan sonra sıkılıp tekrar mutfağa gittim. Ocağın üzerinde 2 tencere vardı, mavi olanda pilav; gri olanda ise bol yağlı ve bol salçalı patlıcan ve patatesin yüzüştüğü bir yemek vardı. Dolaptan bir tabak çıkarıp pilavdan 2 kaşık tabağa 1 kaşık da ağzıma doldurdum. Tabağımdaki soğuk pilava yoğurt ekleyerek afiyetsiz bir şekilde yedim. Yine de kurtardım midemi. Annem hala uyuyordu, ablam odasında müzik dinliyordu, kardeşim ise odasında ( odamızda ) bilgisayar oyunu oynuyordu. Babam ne yapıyordu, bilmiyorum. Akşam henüz saat 9’du ve babamın evde bulunması için hayli erken bir saatti. Yapacak başka bir şeyim olmadığı için bavulumu boşaltmaya karar verdim. O başıma her yerde bela olan koca yükü açıp kirli kıyafetleri çamaşır makinesine tıktım. Kıyafetlerin çoğu kirli olduğu için makine doldu taştı. Kalanları kucaklayarak odaya getirdim. Öylece yatağın üstüne bırakıverdim. İçlerinde yeni aldığım pembe bir kazak vardı. Ablam görmesin diye yatağın altına sakladım. Görse bırakmaz, mutlaka giyerdi.  Kalan kıyafetleri dolaba sokuşturdum. O sırada annem geldi, uyanmış, şiş yüz ve gözle, koltuktaki öte beriyi ittirip koltuğa oturdu. Oda karanlıktı ama bilgisayarın yansıyan ışığından annemin yüzünü görebiliyordum.

-Anlat bakalım Nesibe, ne yaptın? Nasılsın? Bir yandan da kardeşimin koltuktaki kıyafetlerini eliyle düzeltip katlıyordu.

-Ne anlatayım, bir şey yok. Bitti sınavlar geldim işte.

-Yemek yedin mi?

-Yedim yedim.

Kardeşim oyundaki konsantrasyonunu bozduğumuzu ileri sürerek bir küfürle azarlayıp susturdu bizi. Cevap veremedi annem, beni ise bir gülme tuttu. Bir şey demeden çıktı odadan annem. Uykum gelmişti. Şarjın dolmasını bekleyemeyip telefonu ayırdım kablodan. Yastığın altına saklayarak uyumaya karar verdim. Kardeşimin bilgisayar oyunundan gelen vurdulu kırdılı seslerle, salona çıkılan odaya dolan televizyon ve annemin ara vermeden çitlediği çekirdeğin çat çat sesi uykuya dalmamı bir hayli zorlaştırsa da dalmış gitmişim. Gece 01.00 suları suratını suratıma dikmiş, ağzı içki kokan babam ‘’oyy kızım gelmiş’’ diye ağlıyordu. Geçen hafta para göndermemişti, sanırım ondan duygulanmıştı. Geldim baba diyerek sarıldım, seremoni kesilsin de uykuma devam edeyim diye. Pek bir işe yaramadı. Ben geldiğimde salonda hep birlikte oturma hatta çay içme hayali kuruyormuş aylardır. Herkesi uyandırmaya niyetliydi. Gece saat 01.00 idi ve ertesi sabah işe ve okula gitmek için erkenden kalkmak zorunda olanlar bu duruma çok sinirlendiler. Sorumlusu benmişim gibi bana da ters ters baktılar. Çay partisi, gürültü patırtı, kavga dövüş, salya sümük bir şekilde beklenenden uzun sürede bitti. O günden sonra günler günleri kovaladı. Çay partisine benzer birkaç gece daha geçti. Annem, çamaşırlarımı         yıkamıyor oluşuma, babam parayı çabuk harcıyor oluşuma birkaç laf ettiler. Ablam sigarasından, kardeşim kumbarasından çalıyor oluşuma isyan etti. Babam tekrar ve tekrar ağladı bu geçen haftada. O ağlayınca evcek ağladık. Porselen vazo bile ağladı duvara fırlatılınca. Sonuç itibariyle yalvardım otobüs firmasına ağlamaklı gözlerle.

‘’-Yemin ederim param yok ağabey. Öğrenciyim ağabey. Bir dahaki sefer vereyim ağabey. Gözünü seveyim.’’ Başımın çaresine bakmayı öğrenmiştim.

Acıdı ve aldı otobüse sonunda. Sigara içmedim ama kaç saat, paran yoksa nasıl zıkkımlanıyorsun demesin diye. 1 numaralı koltuk boş olunca oturdum bir güzel. Yolu izleye izleye giderim diye heveslendim. Bizim okuldan bir kızı da gördüm. Arka taraflarda oturdu. Annesi babası bindirdi, otobüs kalkana kadar da gitmediler. Hatta otobüs kalkınca bile gözden kayboluncaya kadar el salladılar.

Hava güzel, güneş parlıyordu. Sıcacıktı otobüsün içi. Radyo da açtı muavin. Moralim yerine geldi. Otogardan çıkana kadar insanları izledim. Ellerinde kocaman bavullarla otobüslerini arayanlar, otobüsün kalkış saatini sigara içerek veya içmeyerek bekleyenler, kazanlı arabalar ile çay, kahve satan yaşlı amcalar, kafasında tepsisi simit, poğaça satan küçük esmer çocuklar, bekleyen otobüsleri ellerindeki fırçayla yıkayan muavinler, hızlı hızlı yürüyen, koşan, yavaş yavaş yürüyen, duran, bekleyen ne çok insan vardı. Eminim bütün çığlıklar, kahkahalar, ağlaşmalar da iç içe oradaydı. Yalnızdı insanoğlu, kalabalık da olsa şu otogara gelince yapayalnızdı… Elimi montumun cebine atıp gerindim. Elime bir şey geldi. Merakla çıkardım. Gelmeden evvel otogarda yaptığım gebelik testi. Kırmızı çizgileriyle sırıtıyordu bana. Tekrar soktum cebime. Sıkı sıkı tuttum. Kafamı cama yaslayıp hayaller kurarak huzurla uykuya daldım.