İstasyon


Gün doğmamıştı. Gözlerini açar açmaz yataktan kalktı. Banyoda yüzünü yıkadı, kıyafetlerini giymek için soğuk odasına girdi. Alelacele giyinip çantasını alarak yola koyuldu. Aylardan Ekimdi, hava soğuktu. Koyu bulutlar alçalmış, kuşlar havada ring atıyorlardı. Ihlamur ağacının tepesindeki kargalar tek tek çığlık atıyordu.Hah dedi içinden, tam oldu. Belli ki korkuyordu. Eski sokaktan caddeye koşar adım çıkıyordu, yine öyle yaptı. Bu sırada Camiden cemaat dağılıyordu. İçine bir rahatlık geldi. Güvenli adımlarını sıklaştırıp istasyona vardı. Banliyo treni gelmişti. Canı sıkıldı. Trenin gelmiş olması demek cam kenarının kapılması demekti. Cam kenarının kapılması demek yol boyunca uyuyamaması demekti. Yaklaşık 1,5 saat süren yolculukta uyuyarak giderse işe daha zinde gidiyor, uyuyamazsa bütün gün baş ağrıları çekiyordu. Şanslıydı. Trenin 3. Vagonunda bir kişilik cam kenarı koltuğu vardı. Yerine oturup şalını yastık yaptı. Gözlerini kapadı, huzurla uykuya daldı.

Ankara’ya ulaştığında kurulmuş saat gibi uyanıp yolcular doluşmadan kapının dibine varıyor, erken inerek zaman kazanıyordu. Yine öyle yaptı. Gözlerini açtığında Halk bankası’ nın yüksek  binasını görmüş, trenin Ankara durağına yaklaştığını anlamış hemen toparlanıp kapıya yaklaşmıştı. Hava açmış, güneş yükselmişti. Soğuk kırılmış yüzünü kesmiyordu. Güzel bir ekim günü olacaktı. Trenden iner inmez kalabalığı yararak istasyondan çıktı. Saatine baktı, tam 15 dakika vardı vardiya başlamasına. Koşar adım yürüyordu. Garın kapısından çıkınca her zamanki kalabalıktan daha fazla bir kalabalık gördü, Garın tam karşısındaki büyük spor salonlarında yapılan konferanslar, siyasi partilerin kurultayları gibi etkinliklerde hınca hınç kalabalık olurdu gardan Ulus’ a çıkan yol. ‘’Allah kahretsin yine mi’’dedi. İktidar partisinin kurultaylarından biri ise sıçtık dedi içinden. Güvenlik görevlileri gözüne kestirdiklerini didik didik arıyorlardı. Yoldan hızlı ilerleyemiyor, işe geç kalıyordu. Kalabalığın üstüne yürüdü. Ama ne gariptir ki kalabalıkta onu görenler yolu açıyorlardı. İçine büyük bir sıcaklık duydu. Satıcıların seslerini duyuyorlardı, simit ayran diye bağırıyorlardı. Çevresine bakarak yürümeye çalıştığında anladı, kurultay değildi, bir protesto yürüyüşüydü. Gençli yaşlı kalabalık ellerinde kırmızı sarı bayraklar taşıyor, herkes birbirine samimi sıcak sohbetler ederek gülüşüyorlardı. Sevinç ve gururlu geldiler gözüne. Hoşuna gitti kalabalık. İşe yetişmesi gerektiğinden Gençlik Parkı’ndan taraf uzun yolda koşar adım yürümeye başladı. Terlemişti. Sinirlendi. 5 dakika erken varırsam sigara içerim diye umutlanıyordu. Geç kalmaya tahammülü yoktu. Geç kaldığı vakit takım liderinden büyük bir azar işitiyor hatta performans puanı düşüyor, ay sonu maaşını eksik alıyordu. Kendine sigara için vakit yaratmaya çalışmasından kızdı. ‘’Hele bir yetiş’’ dedi. ‘’8 yıldır aynı muhabbet’’ .

Ulus heykel görünmüştü, ana yoldan arabalar yayalara yol vermiyor, arbede yaşanıyordu. Her sabah kırmızı ışığı beklemesi ve karşıdan karşıya geçmesi de ayrı stresti. Yayalara yeşil ışık hiç yanmıyordu. Birkaç kişi yola atmıştı kendini, o da peşlerine takıldı. Karşıya güç bela geçti. Karşıya geçince köşedeki simitçiye dalarak bir simit aldı. Şirketin

olduğu binaya varmasına yüz metre kalmıştı, simidi kemirmeye karar verdi simitten koca

bir parça koparıp ağzında çevirmeye başladı.. Vardiya başında yemek yemek yasaktı. Neredeyse işi yapmak dışında her şey yasaktı zaten. İsyan etse de elinden bir şey gelmiyordu.

 Simidi ağzına alır almaz bir ses duydu. BOOM! Tarifsizdi. Bir anda her şeyi yutmuş gibiydi. Olduğu yerde kalakaldı. Kulağı uğuldamaya başladı. Arkasını dönüp baktı. Yokuş yukarı kaldığından gar net görünüyordu. Kuşlar uçuşarak dağılıyor, sesin gardan geldiğini haber veriyorlardı. Arkasını dönüp ters tarafa yürümeye başladı bir yandan da korkmuştu ki, bir patlama sesi daha geldi. Kuşlar daha da havalanmış, arabalar son hız kornalarına basıyorlardı. Anında ambulanslar gelmeye başladı, sirenleri çığlık çığlığaydı. Çevresinde gördüğü herkes gara doğru bakıyordu. Herkes şoktaydı, kimse yerinden kıpırdayamıyordu. Garda patlama olmuş dedi biri. Mutlaka insanlara bir şey yapmış olmalıydı. Birkaç kişi patlamayı insanları anlatınca elindeki simidi bırakmadan gara koşmaya başladı. Bu sırada yol daha da kalabalıklaşmış ,insanlar aynı yöne koşuyorlardı. Ambulanslar gelmeye devam ediyor, sirenleri susmak bilmiyordu. Hızlandı. Koşarken ayaklarının birbirine dolanmasından, düşüvermekten korkuyordu. İnsanlar ölmüş olmalıydı. Yaklaştığında gördüğü manzaraya inanamadı. Herkes yerde yatıyordu. Yer kan gölüne dönmüştü. Kuşlar donarak ölmüş yerlere saçılmışlardı. Herkes yardıma gelmişti. Alandakiler ise birbirine sarılmıştı. Yaralı insanlar da yerde yatıyordu. Deliler gibi ortada dolanıyor, yardıma ihtiyacı olan var mı diye bağırıyordu. Taksicisinden simitçisine kadar herkse yerde idi. Belki ölü, belki baygın…Bu neydi, biri neden bunu yapsındı. Belli ki gardan çıktığında karşılaştığı topluluğa karşı yapılmış bir eylemdi fakat gardan çıkan yolcular, etraftaki taksiciler, seyyar satıcılar, ve daha nice insan. Olan herkese olmuştu. Olan ülkeye olmuştu. O yerlere nasıl basacaktı bir daha. Ölen insanların mezarı idi artık gara çıkan bu yollar. Garın önü. Daha az önce aralarından geçmişti. Hepsi ne kadar umutluydu. İnanamıyordu. Gözleri, kulakları , elleri onun değil gibi şaşkınlıktaydı. En son yerde karnını tutarak yatan birini gördü , yanında kimse yoktu. Yanına giderek başını dizlerinin arasına aldı. Yerde yatan gözlerini açamıyor, acı çekiyordu. Ne olur uyuma , diren , ne olur diye ağlamaya başladı. Su aradı çantasından, bulamadı. En son fark etti ki simit hala elindeydi, ‘’ne olur ye , uyuma yeter ki, aç ağzını ne olur al  ye’’ diye uzatmıştı. Yeter ki uyuma, yeter ki ölme diye ağlıyor, simidi genç oğlanın ağzına tıkıyordu.